Bu kitabın konusu, adından da anlaşıldığı üzere, "Şeytan."
Soru ve cevap: "İyi de, niçin Şeytan?"
"Çünkü Şeytan, ilk yaratıldığımız andan itibaren gündemimizde. Dahası, hep bizimle birlikte..."
Bu "isim-kavram" insanlığın gündeminde, yaşamında, söylemin de hep var ola gelmiştir... Hem de "var" kelimesinin anlatımda yeterli olmayacağı ölçüde hep vardı. Her yerde ve her dönemde insanın yanı başın da, insanla bir arada, yaşamın ortasında, yaşamla iç içe ve hatta kimilerine göre de "tanrılar" arasında, meleklerle birlik te.
Yani hep, var...
Haliyle, insanda, sürekli bir biçim de bunun bilincinde ve bilgisinde... Öyle ki, insanın şeytanı unuttuğu, ondan uzak kaldığı, şeytanı gündem dışın da tuttuğu-tutabildiği; böyle bir düşünce veya varsayım içine girebildiği tek ân bile yoktur desek, kesinlikle yanılmış olmayacağız. Çünkü o, hep var...
İnsanla bu ilişkisi sebebiyle de ona ait söylemler, şu kadarını belirtelim, "din olgusu/dinler" kadar eski. En "ilkel" olduğu öne sürüleninden engelişmişinedek her "din"in içeriğinde "Şeytan" da yerini almış bulunmakta; ama şöyle ama böyle.
Şu var ki, dinlerin "inanç" ve "anlayış" genelinde ki başkalıklarının uzantısı "Şeytan"ı da kuşatmakta, her din kendince neredeyse ayrı bir "Şeytan" anlayışına sahip bulunmakta. Birbirleriyle karşılaştırma yapılamayacak ölçüde farklı anlayışlar söz konusu...
Öyle ki, "Şeytan", kiminde yalnızca bir "kötü ruh" iken, kiminde bir "hayvan"dır. Kimisi onu "tanrılar" arasında sayarken, kimisi tanrının karşısına oturtmaktadır. Kimilerinde "tanrı"yla savaşırken, kimilerinde Yeryüzünü (veya Yeryüzünün altını) "tanrı"yla bölüşmüş olur. Kiminde dirilere de egemen olan "Şeytan", kimi dinler de yalnızca "Ölüler Ülkesi"nin erkin varlığıdır. Kimi dinler onu (veya onları) "tanrı"ya başkaldırıcı ögeler veya varlıklar olarak konumlandırırken, kimi dinler doğrudan doğruya tanrılaştırmışlardır.